“Hepimizin bu kadar berbat hissetmesinin nedeni, berbat hissetmekten kaçınmak için çok çaba sarf etmemiz olabilir.” – Anna Lembke

Zevk ve acı sadece beynin aynı yerinde işlenmiyor. Aynı zamanda birbirlerine rakip gibi(oppenent-process) daima bir denge noktasına geri dönmeye çalışıyorlar. Bunları göz önüne alırsanız, yukarıdaki alıntı göze o kadar da romantik bir bakış açısı olarak görünmez.

Dopamine Nation kitabından aklımda kalacak en önemli bilgi özetle; Biz, vampir değiliz. Negatif duyguların şalterini indirip sadece pozitif duygular hissedemeyiz.

*Egomuz büyükse, bunu deneyebiliriz. Ama günün sonunda, kendi doğamızı yenemeyeceğimizden, ne kadar yukarı çıkmak için çabalarsak bir o kadar aşağı ineceğimiz gerçeğinden kaçamıyoruz. Blaise Pascal’ın sözünün haklı çıktığı bir kitap olmuş; “İnsanlığın bütün problemleri, insanın bir odada tek başına sessizce oturamamasından kaynaklanmaktadır.”

Kitaptan aldığım notlardan bazıları;

*Haz almamızı sağlayan uyarıcıya tekrar tekrar maruz kalmak alınan hazzı azaltıyor. (Bkz: Tolerans) Bu kısım hikayenin bilinen parçası. Ama aynı zamanda, sonradan acı tarafındaki ortaya çıkacak tepkiyi güçlendirdiğini ise bu kitabı okuyana kadar bilmiyordum.

(Tolerans gelişimi konusu, Atomik Alışkanlıklar kitabının da en zayıf noktası. Hedonik adaptasyonu göz önünde bulundurmadan alışkanlıkları sürdüremeyiz. Bir alışkanlık işe yarıyor olsa bile, düzenli olarak aynı yararı görebilmemiz için sırf değişiklik uğruna değişiklik yapmamız gerekir çünkü bir noktadan sonra ya aynı hazzı alamayacağız ya da aynı verimi.)

*Zevk/Acı dengesinin ayarı kaçtığında insanlar artık haz verdiği için bağımlı oldukları şeyin peşinde koşmuyorlar. Acıdan kaçıp, normal hissetmek için bağımlı oldukları şeyi arzuluyorlar. Bu konuda kitabın bir iyi, bir kötü haberi var.

Kötü olan, deneyime bağlı nöronlardaki bazı değişiklikler(experience-dependent plasticity) bağımlılıklarımızdan kurtulduğumuzda bile ömür boyu oldukları gibi kalabilirler. Yapılan bazı hataların geri dönüşü olmayabilir.

İyi haber, bağımlılar üzerinde yapılan araştırmaya göre vücudun “çoğunlukla” eski dengesine kavuşması için 4 hafta yeterli. Bu süreyi daha fazla kısaltıp hayatla pazarlığa oturmamak lazım. İki haftalık sürede ise hala yoksunluk ve dopamin eksikliği sorunu gözlemleniyor.

*Self-binding(kendinle anlaşma yapma diyebiliriz) ile bağımlılık geliştirmeme ya da bağımlılıklardan kurtulma konusunda 3 farklı yol varmış. Fiziksel mesafeye dayalı, zamana dayalı, kategoriye dayalı kendinize sözler verebilirsiniz. Zamana dayalı olasılık için kendimden bir örnek vereyim. Bir gün sosyal medyaya bakıyorsam, diğer gün bakmıyorum.

*Herkesin zevk/acı dengesi aynı noktadan başlamıyormuş. Mental sorunlara yatkın olanların bu yüzden bağımlılık geliştirme ihtimali de daha fazla.

(Size tavsiye veren insanlar, sizin kim olduğunuzu bilmeden size tavsiye veriyorsa, sizi düşündüğünüz kadar önemsemiyorlar da diyebiliriz. Her insanın reçetesi farklı.)

*Sosyal medya platformları en çok, ödüle dair sinyal yoluyla dopamin salınımını tetikleyerek bizi suistimal ediyor. Ödülün yokluğu ama “olabilme ihtimali”, dopamin seviyesinin taban(normal) çizgimizin altına düşmesine neden oluyor ve o mini dopamin eksikliği, bir ödüle dair açlık duymamıza neden olup, sosyal medyada daha fazla zaman geçirmemizi sağlıyor.

Sosyal medya sizi, platforma girmeden önce kendi başınıza “tam” olduğunuz noktadan +1 yukarı taşıyarak, sizin geri dönmenizi sağlamıyor. Önce sizin normalinizi aşağı çekiyor, ardından “tam” olabilmeniz için sizi kendi yarattığı ödüllerin peşinde koşturduğu bir oyuncuya çeviriyor.

Eğer aynı noktaya varacaksak onca yolu neden katettik? Sosyal medyada fazla zaman geçiren herkes kendisine bunu bir sormalı.

*Sf.103’te bahsedilen araştırma, dikkat süresi azalan insanların uzun yazılardan yakınmasını hatırlattı. Katılımcılara şu cümle ile başlayan hikayeyi tamamlamaları istenmiş; “Bill uyandıktan sonra geleceği hakkında düşünmeye başladı…” Bağımlı grubun ortalama olarak gelecek tasviri 9 gün. Kontrol grubunun ise 4.7 yıl. Neyi uzun olarak düşündüğümüz bile o sırada zihnimizin ne durumda olduğunu bize açık ediyor.

Spinoza’nın lafındaki gibi: “Paul’un Peter hakkında söyledikleri, Peter’dan çok Paul’u tanımamızı sağlar.” Bu yüzden, biri bir yazıyı uzun olarak nitelendirdiğinde, yazının uzun olduğunu düşünmüyorum. Sadece o kişinin neyi uzun bulduğu hakkında bir fikir sahibi olmuş oluyorum.

*Soğuk duş, kanda bulunan dopamini 2.5 kat artırıyor ve etkileri güne yayılıyormuş. Soğuk duşsuz yapamayanlar iyi bir şeye bağımlı gibi görünseler de, zevk/acı dengesini bozduklarından hayatın diğer alanlarından alabildikleri hazzı azaltıyor olabilirler.

*Yazarın değindiği gibi kitaptaki dopamin hakkında yazılanları tersinden de okumak mümkün. Acı tarafına bilinçli olarak bastırmak sizi acıya daha toleranslı ve hayattan daha keyif alan birine dönüştürebilir. Beni öldürmeyen şey güçlendirir klişesi de böylece bilimsel bir dayanak noktası bulmuş oluyor.

Kitapta bu konuda çarpıcı bir bilgi var. Japonya’da atom bombasının etki alanının dışında kalıp, düşük dozda radyasyona maruz kalanların daha uzun bir ömrü olmuş. Aralıklı oruç, kalori kısıtlamaları, bir şeylerden bilerek kendimizi maruz bırakmak ya da kontrollü olarak vücudumuzu zorlamak neden bize fayda sağlıyor? sorusunun cevabı da aynı.

Zehri belirleyen doz olduğundan burada dikkatli olmakta fayda var. Yüksek seviyede dopamin salımına neden olan serbest paraşütle ilgilenenlerin, kürekçilere göre “ömürleri boyunca” normalde zevk alınabilecek aktivitelerden zevk alamama ihtimali(anhedonia) daha fazlaymış.

*Genel olarak kitabın bana göre akıllarda kalmasını istediği temel mesajı, insanların neyin zevk verdiği ile çok ilgili olması ama alınan zevklerin bedelleri ile ilgilenmemesi. Her şeyin bir maliyeti vardır. Maliyeti yokmuş gibi sadece zevk peşinde koştuğumuzda, hayat sırf biz öyle istiyoruz diye, istediğimiz yöne doğru bükülmüyor. Bu, doğamızla inatlaşan halimiz, bize daha fazla acı olarak geri dönüyor.

*Dopamin konusuna son olarak kitapta olmayan bir not düşeyim. Yaratıcı olabilmemiz için sıkılma lüksünü kendimize tanımamız gerekiyor. Daima meşgul olan bir zihin, daha önce bir araya getirmediği x ve y parçalarını bir araya getiremez. Dopamin detoksu ile bizi hayatın sıradan parçalarından yeniden zevk alır hale getiren süreç, aynı zamanda yaratıcılığımıza da fayda sağlar.

(Bu yazının ilk versiyonunu 21 Ağustos 2024 tarihinde X platformunda paylaştım.)