“Nasıl göreceğini öğren. Her şeyin diğer her şeyle bağlantılı olduğunu fark et.” – Leonardo Da Vinci
Dünyayı daha kolay anlayabilmek için her şeyi küçük parçalara bölerek tanımlıyoruz ama bunu birbirinden bağımsız hareket etmeyen parçaları tanımlamak için yaptığımızı unutmuş gibiyiz.
Anlatmak istediğim derdimi şu kategoriler altında erittim;
• Zihinsel egzersiz
• Özel hayattan iki tecrübe
• Hayatımızı hangi dramatik kararlar en çok değiştiriyor ve bu konuda ne yapabiliriz?
• Yazının ismi neden “Kıvılcım Anı” ve Da Vinci’nin bu sözünden hayatın içinde nasıl yararlanabiliriz?
1) Zihinsel Egzersiz
Diyelim spora başladınız.
Bu, zamanla özgüveninizin artacağını gösterir. Özgüveniniz daha yukarıda olunca daha fazla risk alabileceksiniz. Risk ile başarı arasında bir bağ vardır.
Daha fazla risk, daha yüksek olasılıkta daha fazla başarı, ardından bu da, daha fazla özgüvene sebep olur.
Özgüven ile çekicilik arasında da korelasyon var. Partnerinize daha çekici geldiğinizde, bunun da size dönüşü daha fazla özgüven olur.
Peki ne zaman yaratıcı olabiliyorduk? Sinirlerimiz pamuk gibi olup, kendimize güvendiğimizde.
(Uzmanlık bilginizi kullanmanız sizi yaratıcı yapmaz.)
En başta spora yaratıcı olmak için başladığınızı söyleseniz, belki insanlar size gülerdi. Ama her şey her şeyi etkilediğinden, bir noktada spor yaptığınız için istemeseniz bile yaratıcı olmaya başlarsınız.
Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur sözü, böyle baktığımızda daha da anlamlı.
Pollyannacılık da oynamayalım. Her şey her şeyi yalnızca pozitif yönde etkileyemez. Bir de negatif yönünden bakalım.
Yokluğun bir araya getirdiği çiftler varlıkta ayrılabilirler. Kendilerine engel olduğunu düşündükleri olaylar aslında onları bir arada tutan ana sebep olabilir.
Hayatta bir taşı yerinden oynatıyoruz ve diğer taşların yerinden kımıldamaması için adeta dua ediyoruz ama bu mümkün değil. Denklemin bir parçası değiştiğinde, geri kalan her şey de değişir.
İnsanlar tüm hayatlarını söyledikleri yanlarına kar kalan ilk yalanın gölgesinde yaptıkları sadakat testleriyle geçirebilirler.
Kendi kendini besleyen döngüler pozitif de olabilir, negatif de kısacası.
Şans ve şanssızlık kelimelerini, birbirini nasıl etkilediğini bilmediğimiz olaylar için kullanırız. Bilebilseydik, birçok duruma ne şans derdik, ne şanssızlık.
(Belki yapay zeka ile tahmin bilgisinde daha iyi bir noktaya gelirsek şans kelimesinin kapsama alanı gelecek nesillerde biraz daha daralır.)
2) Özel Hayattan İki Tecrübe
• Bir arkadaşım çalışma hayatında yaşadığı iletişim problemlerinden yakınıyordu.
Sohbetin bir noktasında ona “Hikaye Anlatıcılığının Bilimi – Will Storr” kitabını önerdim. Kitap tavsiyesine ilk tepkisi “Ben yazar olmak istemiyorum, bu kitap ne işime yarayacak oldu?”
Burada size anlattığıma benzer örnekleri ona da anlattım. Doğduğumuzdan öldüğümüz güne kadar hikaye anlatıyoruz. İş mükakatına giriyoruz hikaye anlatıyoruz. Birinden hoşlanıyoruz, onu etkilemek için hikaye anlatıyoruz.
Bir şey üretiyoruz. Müşteriye, bu ürün, cebindeki paranı bize vermene değeri hissettirebilmek için hikaye anlatıyoruz.
Ama arkadaşım hayatı parçalara bölüp düşündüğünden, ilk tepkisi, yalnızca yazarların hikaye anlatıcılığını öğrenmesi yararlıdır ön kabülü ile oluşmuştu.
• Diş hekimi olan(bu örnekte meslek önemli) başka bir arkadaşım, yaptığı işin arkaplanını bir gün bana anlatıyordu.
Kullanılan ürünlerin seçiminden, tedarik zinciri sorunlarına, sektöründeki gelişmelere vs. Anlattıkları benim hiç vakıf olmadığım konulardı.
Ve aynı gün içinde bir noktada konu, kitapları meslek dışında hayata karşı faydasız bulduğuna geldi.
Mesleğini yapabilmesini sağlayan bilgileri kitaplardan aldığının farkındaydı. Ama yine aynı gün, lafın lafı açması ile öğrendiğim, hayatının mesleği dışındaki sorunlarının çözümünün de kitaplarda yazdığının farkında değildi.
Böyle bir şey nasıl olabilir? diye düşündüğümde en sonunda elimde yalnızca Da Vinci’nin sözü kalıyor. Hayatı blok, blok birbirinden ayrı hareket eden parçalar gibi düşünüyor.
(İşinizdeki mutluluğunuz eşinizi etkiler. Eşinizle mutluluğunuz işinizi etkiler diye denklem kurmuyor. Eş başka, iş başka. Hayatı kategorilere bölmüş.)
3) Hayatımızı hangi dramatik kararlar en çok değiştiriyor ve bu konuda ne yapabiliriz?
Hangi kararlar olduğunu hızlıca aradan çıkaralım;
• Kiminle evlendiğimiz
• Hangi işi yapmayı seçtiğimiz
• Nerede yaşadığımız
• Ve kimleri dost diyerek bağrımıza bastığımız
Şimdi bu başlıklarda doğru karar nasıl verilebilir diye bir başlarsam bu yazı 4 farklı yazıya parçalanması gerekir.
Bu yüzden, en azından bu yazı için, iyi bir şey inşa etmenin uzun ama yıkmanın kısa sürmesi kısmına odaklanalım.
(Güveni inşa etmenin yıllar alması yıkmanın bir gün sürmesi gibi.)
Bu 4 başlık, yaşayabileceğimiz bütün yaşam olasılıklarına en çok etkisi olacak başlıklar olduğundan, tıp etiğindeki “önce zarar verme” ilkesi gözetilerek bunlara yaklaşılmalı.
“Bizim gibi insanların, çok zeki olmaya çalışmak yerine sürekli olarak aptal olmamaya çalışarak ne kadar uzun vadeli avantajlar elde ettikleri dikkate değerdir.” – Charlie Munger
Eğer alacağımız karar negatifse, sevgiliden ayrılmak, işi bırakmak ya da bir şehre gitme isteği değil de bir şehri terk etme isteği içindeysek ya da dostumuzun kalbini kırmaya bir adım kaldıysa, bu kararı aklımıza düştüğü ilk gün uygulamamalıyız.
Kanımızdaki “delinin” bizi terk etmesini bekleyebiliriz. Farklı hormonal durumlarda kararı yeniden gözden geçirelim. Gece, gündüz, spor sonrası. Haftanın ilk iş günü, son iş günü. Açken, tokken.
Düşüncenizde haklıysanız 1 hafta boyunca negatif bir kararı uygulamamak çok şey değiştirmez ama o kararı uyguladıktan sonra her şey sonsuza kadar değişecektir.
(İnsanlar iltifatın kaynağını bile unutup, yanlış atıfta bulunabilir ama bir eleştiriyi dün söylenmiş gibi yıllar sonra bile hatırlarlar. İyi eylemler, söz gibi uçucudur, kötüsünü ise dövme yapıp ömür boyu yanlarında taşırlar.)
Cevabın gri alanda kaldığı bir örnek daha vereyim. Çünkü çok bariz haklı olduğunuz zamanlarda, bir hafta uzun görünebilir.
Örnek olarak ofisteki işinizi bırakıp, eşimle evden birlikte çalışmak daha iyi olur artık yetti diyebilirsiniz.
Belki de “özleme payı” ilişkinizi güçlendiren bir faktördür. Siz özleme payı olmayan bir ilişkiyi “bu insanla” hiç deneyimlemediniz. Bütün varsayımlarınız teoriden ibaret. 12 aylık deneyim ile 36 aylık deneyim bile bir değildir. Bambaşka sorunların ortaya çıkmasına neden olur.
Bu yüzden daima varsayım, bilmediğimiz yaşanabilecek olasılıkların, bildiklerimizden daha fazla olduğu yönünde olmalı.
Kadercilik oynamayanlar için, doğru insan diye bir şey yoktur. Girişimlerin başarısındaki en önemli faktör gibi, konu hep doğru zamandır.
Bu hayatın sağlıklı devam etmesini sağlayan dinamikler vardır ve o dinamikleri korumak ilişkileri iyi götürür, kader değil. (Ve bu dinamikler her farklı iki insan bir araya geldiğinde, yeniden değişir. Sabit bir formülü de yoktur bu yüzden.)
Kaderciliğe sırtınızı yaslarsanız, her koşulda ilişkimizi hiçbir şey etkilemez der ve işten ayrılma kararınının hayatın bu yönüne etkisini pek düşünmezsiniz.
(Bkz: ADHD ile boğuşanların en çok fayda sağladığı konunun: body doubling olması. Demek uzaktan çalışmanın daima güzellendiği bir dönemde bile, bir ofiste çalışmanın yarattığı zorunlu koşullardan yarar görenler de var.)
Bu yüzden hayat için bir kısayol: Karar negatifse uygulamadan önce bir hafta bekleyin.
4) Yazının ismi neden “Kıvılcım Anı” ve Da Vinci’nin bu sözünden hayatın içinde nasıl yararlanabiliriz? Bir pozitif, bir negatif anı ve bir kurgu hikaye, Da Vinci’nin sözünü kıvılcım anına neden bağladığımı iyi açıklıyor.
Bir negatif anı.
Bir ilişkimde ayrılık vakti geldiğinde, kendimize anlattığımız geçmişe dönük hikayelerin bambaşka olduğunu fark etmiştim. O noktada istediğim şey bir hafta öncesine dönmek değildi. O ilişkide dönmek istediğim an, içimden geçenleri ona söylemeyi bıraktığım ilk andı. Ondan sonrası bir zincir reaksiyona neden oldu.
(“Resentment”, zamanla biriken duyguları ifade etmek için de kullanılır. Bizdeki “gücenme” bu biriken hissi bana göre tam karşılamıyor. Konu, resentment ise ne hissettiğinizi o an söze dökerek, yaşanan yılları telafi etmek zordur. Artık bir şeyleri değiştirmek için, hiç değişmeyecek birçok küçük şeyi değiştirebilme gücüne sahip olmamız gerekiyordu.)
Bir pozitif anı.
23 yaşında yurt içi ticarete hiç bulaşmama kararı aldım. Ve bu karar kaç baş ağrısı, entrika, dedikodu, ayak kaydırmadan beni muaf tuttuğunu artık bilmiyorum bile.
Paralel evrende yurtiçine iş yapan versiyonum, daha yaşlı, anksiyete sahibi biri olabilir.
(Ülke koşullarının da ticari hayatı ne kadar zorladığı düşünülürse, geçen yıllar kararımdan daha da emin olmama neden oluyor.)
İş hayatımdaki en büyük etki, bazen “Verimli Çalışmak” başlığı altında anlattıklarımdan gelmiyor. Başlangıç noktasında alınan bir karardan geliyor. Belki de mutluluğumun asıl kaynağı, hiç varlığından bile haberdar olmadığım sorunlardır.
(Bundan sonrası Better Call Saul final sezonu spoilerı içerir.)
Bir kurgu hikaye.
Saul, final sezonunda Mike’a, bir zaman makinen olsa hangi döneme dönmek istediğini sorar. Mike’ın ilk aklına, oğlunun öldürüldüğü gün gelir. Sonra bu düşünceden vazgeçer. İlk rüşvet aldığı güne dönmek istediğini söyler. Oğlunun öldürülmesine neden olan olaylar zincirini başlatan kıvılcım anı o gündür çünkü.
İnsanlar iki olay arasında bağlantı kurmaya çalıştığında genelde patlama anı daha ışıltılı olduğundan ona bakmaya meyilli oluyor ya da ilk aklımıza o an geliyor, hatırlaması da kolay olduğundan belki de. Ama asıl bakılması ve bana göre dikkate değer an, kıvılcım anıdır.
Kıvılcım anlarının mükafatını da cezasını da çekmiş biri olarak, hayatımın geri kalanında olabildiğince o sarı öküzü(böyle bir hikaye var) vermemeye çalışıyorum.
Dışarıdan bakan bazı gözlere göre, çok katı biri gibi görünüyorum. Ama o ilk tavizi verdiğim anın, geleceğin bambaşka şekillenmesine neden olacağını bildiğimden bunu yapıyorum.
Siz de, her şeyin her şeyi etkilediğini akılda tutarak, başkasının “aman nolcak ya” diyeceği o kıvılcım anına her şeyden çok dikkat edebilirsiniz.
Bizden bir hikaye ile yazıya tek cümlelik bir özet biçmeye çalışırsam: O sarı öküzü hiçbir zaman vermeyin.
“İnsanlar tuhaf: Önemsiz şeylerden dolayı sürekli öfkelenirler, ancak hayatlarını tamamen boşa harcamak gibi büyük bir meseleyi, neredeyse hiç fark etmezler.” – Charles Bukowski
(Bu yazı ilk kez 8 Şubat 2024 tarihinde X platformunda yayınlanmıştır.)