Sizi sevmeye gönüllü insan birçok hatanıza rağmen sizi sevecekken, sizi sevmeye gönüllü olmayan biri, tek bir yanlış adım atmanız için tetikte bekleyecektir.

Böyle birinin sevgisini kazanmaya çalışmak, çekmemeniz gereken acıları çekmeye gönüllü olmak demektir.

En sonunda ya acıya yol açacağız ya acı çekeceğiz. Birini sevmek ve sevilmeye kendimizi açmakla ilgili yaptığımız anlaşmanın bedeli budur. Ya önce biz sevdiklerimize ya da sevdiklerimiz bize bir noktada veda etmek zorunda kalıyor.

Madem durum bundan ibaret, bu acının miktarını artırmak için bu kadar da gönüllü olarak çaba harcayıp, bizle ne derdi olduğunu çözemediğimiz insanlara kendimizi sevdirmeye çalışmamalıyız.

Sevgi, sahip olduğumuz niteliklerimizden çok, bakan gözün nasıl baktığına bağlı.

Hayatta kurduğumuz birçok iletişimde karşı taraf daha ağzımızı açmadan önce bizim hakkımızda bazı yargılara varmış olmasına rağmen, biz konuşarak sonucu başından belli bir oyunu oynamaya devam ederiz.

Breaking Bad’deki “Sen tanıdığım en zeki insansın ama hala 10 dakika önce çoktan karar verdiklerini anlamadın.” sözüne uygun ömürler yaşarız.

Perspektifin bir insanın bizi sevip sevmeyeceğini belirleyen asıl kriter olduğunu anlarsak, başkalarına kendimizi sevdirmek için çok uğraşmayız çünkü konu hiçbir zaman bizimle alakalı değildi.

Örnek olarak, bazı insanlar kendilerini sevenlere komedyen Marx’ın “Beni kabul edecek hiçbir kulübe girmek istemem.” sözündeki gibi davranır.

Kendilerini değersiz hissettiklerinden, sizin onlara değer vermeniz, ya sizin de değersiz olduğunuzun ispatıdır ya da yanlış seçimler yapabildiğinizin bir kanıtıdır.

Ve bu başlangıç noktasındaki sizle alakası olmayan kendileri hakkındaki varsayım, bütün geleceği şekillendirir.

Peki sevgimize kim değerdir? sorusunu bu yazıda tersinden sormak istiyorum.

Kim çekeceğimiz acılara değer?

Benim bu soruya cevabım, senin sevgine ihtiyacı olmayan biri oluyor. Daha benimle tanışmadan önce kendisiyle mutlu olabilen bir insan ancak beni olduğum gibi kabul edip, sevebilir.

Size ihtiyacı olmayan kişi, sizi en çok sevebilecek kişidir. Sizi ister ama size ihtiyaç duymaz.

Eğer ortada bir ihtiyaç varsa, kapatılmak istenen bir eksiklik vardır ve o eksikliği sizin kapatmanızı bekleyen kişi o eksik hissettiği noktaya sizi oturtamadıkça, sizi törpüleyerek oraya sığdırmaya çalışacaktır.

Peşinde koştuğunuz biri varsa eğer, o kişi siz onun peşinde koşmadan önce değerinizi anlamış olmalıydı.

İkna çabasına değecek biri yok mu? diye bu noktada bir soru sorabiliriz. Tabi ki var ama o ikna çabasına değecek kişi için çabalamaya gerek kalmıyor. Hayatın kara mizah tarafı da burada.

Peşinde koşulan, ikna edilmeye çalışılan birine ne olduğuna bir bakalım;

İkna etme çabası, bir ebeveynin çocuğunu kontrol etme çabasına benzer. Her aksiyon, o aksiyonun fayda zararından çok, o kişiyi kontrol etmeye çalıştığınız gerçeği üzerinden değerlendirilir.

Her şey için çok geç olduğunda bir şeylerin değerini bilmemiz sadece geçmişi daha iyi hatırlamamızla alakalı değildir. Yaşananların bizim üzerimizdeki kontrolü de yok olduğundan, sadece çok geç olduğunda yaşananlara objektif olarak bakabilir ve göremediğimiz güzellikleri görebilmeye başlarız.

Kısacası bağlamdan koparılmış Shakespeare alıntısı perspektifin yarattığı dramı benim için şiirsel bir şekilde özetliyor;

“O hell! to choose love by another’s eyes!”

Peki bizim perspektifimiz? Biz güzelliği takdir edebilecek gözlere sahip miyiz?

Zekanın keşfinin, zekaya ihtiyacı vardır. Kendini eğiten bir insan ancak bir başka kendini eğiten insanın değerini bilebilir.

Kendimize yatırım yapmamız, sadece yatırım yapmaya değer insanları daha iyi görmemizi sağlamaz, aynı zamanda, yatırım yapmaya değer insanların bizi de görmelerini sağlar.

Başka birine duyduğunuz ihtiyaç ortadan kalktığında, ihtiyaç duyduklarınız dibinizde bitiyor.

“Bu; hayatın ‘sen bakarken soyunamıyorum’ deme şeklidir.” – Shutter Island

(Bu yazı ilk kez 2 Kasım 2023 tarihinde X platformunda yayınlanmıştır.)