20 yıl boyunca neredeyse tüm kariyerini izleme fırsatı bulduğum gelmiş geçmiş en iyi sporculardan biri, bende herhangi bir şey değiştirdi mi? Birini sadece izlemek bir şeyleri değiştirir mi?
Malcolm Gladwell’in Blink kitabında da başka örnekler üstünden dile getirdiği gibi, uzun bir süre bir insanı izlerseniz onun karakter özellikleri derinizin altına nüfus etmeye başlar. Çevre sizi bu şekilde etkiler. Buna karşı koyamazsınız. Federer de, beni 3 konuda etkiledi ya da bu konularda tabuta çakılan son çivi oldu diyebilirim.
1) Kısa Vadeli Seçimlerin Uzun Vadeli Sonuçları
Federer daha 20’li yaşlarındayken bile kendisine çok iyi baktığı söyleniyordu. İyi bakmak derken ne kastedildiği ise o yaşlarda anlaşılmıyor. 20’lerin illüzyonu budur. Kendine iyi bakan da kötü bakan da aynı görünür. O yaşlarda bir önceki geceyi içerek bitirenin ve iyi bir uyku çekenin sahadaki performansından kolay kolay kimin içtiği kimin iyi uyuduğu anlaşılmaz.
Gün bazında yapılan doğru seçimlerin etkisi görülecek kadar yeterince gün, henüz birikmemiştir.
Ama adı üzerinde bu bir illüzyondur. Kendine bakanla, bakmayan arasındaki fark çok hızlı bir şekilde açılır. 30’lara gelindiğinde, bir daha geri dönülemez şekilde, doğru seçimler yapan lehine uçurumlar oluşmaya başlar.
İnsan ömrünün tamamını düşünürseniz (keyfinin kahyası biri olarak bunu yazıyorum), hızlı yaşamak uğruna 20’ler gibi çok hızlı bitip gidecek bir 10 yıl için neredeyse 50 yılın yaşam kalitesinin yakıldığını fark edersiniz. Üstelik Benjamin Button da değilsiniz, hayatı tersinden yaşamıyorsunuz. Kendinizi tanımadığınız yaşlar uğruna, kendinizi tanıdığınız yaşlardaki halinize acı çektiriyorsunuz.
Bu yüzden hızlı yaşa, genç öl felsefesini hiçbir zaman anlayamadım. Kendini tanıdığın yaşlar daha keyifli değil midir? Gerçekten bir insan keyfinin kahyası ise, kendine neyin zevk verip, neyin vermediğini anladığı yaşlara yatırım yapması gerekmez mi? Hızın, zevk ile ne ilgisi var? Zevk, zamana yayıldığında daha fazla yaşanmaz mı?
Konumuza döneyim..
Temmuz 2019’da tarihin en uzun Wimbledon finali (4 saat 57 dakikadır ve en iyi finallerden biridir), Federer – Djokovic maçı oynanmadan 5-6 yıl önce bile tenis forumlarında (o dönemler hala forumlar vardı) bir taraf Federer’in kendisine iyi baktığını diline doluyordu, diğer taraf ise Federer’in kariyerinin sonuna geldiğini, bu yaştan sonra bir daha final göremeyeceği üzerine kendi gerekçelerini sıralıyordu.
Federer’i hiç takip etmeyen biri, 35-36-37 yaşlarında bize sunduğu harika maçların sebebinin, son birkaç yıldır yaptığı antremanlar olduğunu düşünebilir. 30’larla ilgili anlaşılması gereken en büyük sorun da burada. Artık birkaç yıllık tercihler geçmişi hiç yaşanmamış kılmaz. Hatalar telafi edilemez. Bedeniniz, ondan vazgeçtiyseniz, çıkabileceğiniz maksimum performans noktası için yeni bir sayı belirler. Eskiden 100 ise artık 80. Ya seçimleriniz sayesinde altın çağınızı yaşayacaksınız ya da seçimlerinizin bedelini ödemek zorunda kalacaksınız. O yaşlarda o seviyede oynamak için bunun tohumlarını on yıl önce atmanız gerekiyor.
Hiçbir şey işe yaramıyormuş gibi göründüğünde, gidip önündeki kayayı parçalamaya çalışan bir taş kırma makinesine bakarım. Belki de bir çatlak bile oluşmadan yüz kez darbe indirmek zorundadır. Ancak yüz birinci darbede taş ortadan ikiye ayrılır ve ben bunu başaranın son darbe değil, öncesinde inen darbelerin hepsi olduğunu bilirim. – Jacob Riis
James Clear’in Atomik Alışkanlıklar kitabında bahsettiği her gün olmak istediğimiz insan lehine ya da aleyhine bir oy kullanırız sözünü aslında Federer çok uzun zamandır uygulamaktaydı.
Bu kadar uzun süredir bir eylem gözünüzün önünde gerçekleştirildiğinde ve kendi akranları arasında nasıl da uçurumlar oluşmaya başladığını gördüğünüzde, bu ister istemez, sizi bu sözü söyleyenden daha çok etkiliyor.
2) Kaybetmenin İyi Bir Yolu
Bir insanı istediğini başardığında tanımak zordur. Bir anda toksik bir insan bile mütevazi bir role bürünebilir. Önemli olan kaybettiğinde nasıl kaybediyor? Sinirleniyor mu, kızıyor mu? Mazlum edebiyatına mı sarılıyor? Küçük bir çocuk gibi çevresindeki insanları kırma hakkı olduğunu mu düşünüyor? Bam teline bastığınızda o insan nasıl davranıyor?
Şakadan sinirli taklidi yapmak hoşuma gitse de, günlük hayatta hiç sinirlendiğimi gören olmamasının sebebi Federer’dir. Onun başarısızlık, hayal kırıklıkları karşısında sinirlenmediğini gördükçe, ben de aynısını yapabilirim diye düşünürüm. 20 yıl boyunca centilmenliğini hiç bozmadı.
Kaybı bile, rakibi kadar efor sarf etmiş olsa dahi asaletle karşıladı. Biri tavsiye verdiğinde bu kadar etkilemiyor ama bunun yapılabildiğini görüyorsan, o zaman diyorsun, ben de yapabilirim. Ayrıca bu konuya hizmet eden, Federer’in kariyeriyle ilgili çok fazla dile getirilmeyen bir istatistik var. Bana göre bir başarı istatistiği.
20 küsür yıllık kariyeri boyunca 1526 maça çıktı. Maçın ortasında oynamayı bıraktığı maçların sayısı: 0
Bir kez olsun maçtan çekilse onu daha az mı severdik? Tüm rakipleri bazen sakatlanmaktan korunmak uğruna, bazen maçı kaybedeceğini anladığında, bazen de şımarık bir çocuk gibi rakibine o galibiyet zevkini tam yaşatmamak uğruna, kötü oynarken maçı bırakmıştır.
Bu, başka kimsenin ondan istemediği, onun kendisi için yarattığı bir çıtaydı. İnsanların kendisine ayırdığı zamana saygılıydı. Elbet maçın ortasında kaybedeceğini anladığı, sakatlık riski oluştuğunu hissettiği fiziksel semptomlar yaşamıştır ama insanlar onu izlemeye gelmişti ve her seferinde başladığı işi bitirdi. İyisiyle, kötüsüyle.
Bir insanı yaptıklarından daha çok, yapmayı tercih etmedikleri tanımlar. Kullanmadığınız güç etkileyicidir. Kullandığınız değil. İmkanlarınız dahilindeki bir eylemde bulunmayarak, o eylemde aslında bulunabileceğinizi ama bunu yapmamayı tercih ettiğinizi gösterirsiniz.
3) Düşünerek Hareket Et
Son birkaç yılda yaşın getirdikleri ile Federer’in de terleyebildiğini görmemizi saymazsak, kariyerinin %90’ında sanki hiç efor sarf etmiyor gibi tenis oynamıştır. İzleyenler kendini sağdan sola atan rakibinin maçı daha çok isteyen taraf olduğunu söyleyebilirdi ama maç Federer’in galibiyetiyle sonuçlanırdı.
Eforla, başarı arasındaki bağı zayıf bulmam, Federer’i yıllarca izlememin etkilerinden bir başkası.
Elbet o da efor sarf ediyordu. Rakipleri kadar aynı sürelerde antreman yapıyordu. İlk maddedeki gibi kendine birçok insandan daha iyi bakıyordu ama bunların hepsinden daha etkili bir şey daha yapıyordu. Çoğu insanın ironik olarak, yapmamak uğruna elinden geleni yaptığı bir konu. Düşünerek hareket ediyordu. Hatta bunu o kadar iyi yapıyordu ki, onu izleyen biri yaptıklarının kolay olduğunu düşünebilirdi.
Kortta değeri olmayan her efordan kaçınması, çalışma hayatımda kendime ilke edindiğim prensiplerin başında geliyor.
Burada saydığım sebeplerden ötürü, Atatürk’ün ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim lafının aklıma getirdiği tek sporcu Federer’dir. Umarım bizim neslimize denk gelen bu sporcu, bana ilham olduğu kadar size de olmuştur.
Bir sporcu için yazdığım ilk ve son yazının sonuna geldik. Yeni bir Federer’in çıkma olasılığı her zaman var ama ben herhangi bir sporcunun kariyerini takip ettiğim günleri geride bıraktım. Bu ayırdığım zamanın, karakterine bu kadar sevgi besleyip, sevgimi aynı zamanda saygıyla harmanlayabileceğim bir insan olması da benim için büyük bir şanstı.
Federer’den bana kalanlar ise ömrüm boyunca benimle birlikte yaşayacaklar.