Genel kanının aksine, araştırmalarda depresyon ile Stoacılık arasında pozitif ilişki varken, well-being(sağlık, mutluluk ve refah diyelim) ile arasında negatif ilişki vardır.

Burada anlaşılması gereken kısım, Stoacılık tek taraflı bunlara sebep olmuyor. Stoa felsefesinin arayışına çıkanlar depresyona meyilli insanlar olabilir ve Stoa felsefesi de o kötü ruh halini besleyebilir.

Halihazırda, bir şey hissetmeyen ya da az hisseden biri, Stoa felsefesinin arayışına çıkmaz. Çok fazla hissettiği için ve artık o kadar hissetmek istemediği için böyle bir arayışa çıkmıştır.

Hayatımda tanıdığım en duygusal insan, dışarıdan bakıldığında buz gibi görünen bir kadın.

Onu tanıma şansına eriştiğimde, bir şeyleri az hissettiği için değil, kendisine hissetme izni tanıdığında, saniyeler içinde gözleri dolduğu için bu tavıra büründüğünü fark ettim.

Herhangi bir masada bir kez olsun aşk kelimesini ağzına aldığını duymadığım bir erkek arkadaşım, sevgilisinden ayrıldığında kapalı kapılar arkasında hüngür hüngür ağladı ve gerçekten yıllarca, ona verdiği değerden vazgeçemedi.

Sizce bu insanlar, yaşadıklarının ardından, hangi felsefi akıma yöneldiler?

Stoa kelimesini hiç duymamış birinde, Stoacı olmaya çalışan birine göre, bu felsefi düşüncenin karakteristik özelliklerini görmeniz daha olasıdır.

Bir şeyin peşinde koşuyorsak, o şeye sahip olduğumuz için değil, o şeye ihtiyacımız olduğu için koşuyoruzdur.

Kimler kolay aşık olurlar?
Kimler sevgi peşinde koşarlar? gibi örnek soruları çoğaltabiliriz ama hepsinde belli bir örüntü vardır.

Ne kadar eksikliğini çekiyorsak, o kadar dilimize dolanır, bizde olmayanlar.

Hayatın başka alanından bir örnek daha;

Gerçekten zenginseniz(maddi ve manevi) sıradan görünmeye çalışırsınız. Sıradansanız, zengin görünmeye.

Bizim zenginlerimizin çoğu görmemiştir, çünkü ya o zenginliği normalleştirecek kadar uzun süredir ona sahip değillerdir ya da o zenginliği size yansıttıkları gibi ruhları doymamaktadır.

Ayrıca, Stoa felsefesine gelen eleştirilerin öfkeyle karşılık bulması insanları şaşırtmış görünüyor. (Görseller kaynaklarda.)

Depresyona meyilli bir insanın tutunduğu son dalı kırarsanız ortaya ne çıkar?

Öfke.

Cevabı, soruyu yazma biçimimle verdiğimi düşündüğümden, bu kısmı, bu yazı özelinde daha da açıklamadan geçiyorum.

Kendimi de yaşananlara tepe bir noktadan bakıyor gibi konumlamak istemem.

Marcus Aurelius’ın yazdıkları benim de hoşuma gidiyor ve onun ardından keşfedip de Stoa felsefesiyle ilgili okuduklarım da öyle.

Peki neden hoşuma gidiyor? diye düşündüğümde, yukarıda yazdıklarımın ortaya çıkardığı tuzaklara düşmemek adına bu akıma bağlanmamaya çalışıyorum.

“Pek çok şeyden kesinlikle kurtul, yalnızca bunların pek azını aklında tut; ayrıca herkesin şimdide, sadece bir anlığına yaşadığını hatırla.

Kalan günlerimiz ya geçip gitmiştir ya da bilinmezdedir. Yaşam gerçekten kısadır. Bu kısacık yaşamı yeryüzünün ufacık bir köşesinde sürdürür herkes.

Uzun bir yaşamın ardından gelen şöhret bile kısadır.

Uzun zaman önce ölmüş birisini, ya da bizzat kendilerini öğrenmemiş olanların hepsi, kendinden öncekiler gibi çok hızlı bir şekilde ölmüş olacak.” – Marcus Aurelius

Bu alıntı hoşunuza gittiyse, benim kendime sorduğum soruyu siz de kendinize sorabilirsiniz. Cevabı başkalarının bilmesine gerek yok.

Neden hoşunuza gitti?

“Bu düşüncenin temelinde, düş kırıklığına uğratılmayacak denli umutsuz olmak yatıyordu.” – Stoacı yaşam üzerine, Alain De Botton.

Yazarken fark ediyorum ki, ben de depresyona meyilli insanların tutunduğu bir dalı kırmış olabilirim. Bu yüzden yazıyı bir çözüm önermeden noktalamak istemiyorum.

Hayatınızın bir anlamı olması için, bir şeylerin değersiz olduğuna kendinizi inandırırsanız, her şey geçici derseniz, bir noktada boşluğa düşebilirsiniz.

O acılı anları atlatırsınız evet ama, sizi acıdan kurtaran düşünceler, sizi aynı zamanda sonraki depresyon döneminin içine çekecek düşünceler olur.

İşinize yarayan noktada bu felsefeye tutunmalı, işinize yaramayan noktada bırakmalısınız.

Mutsuz olma ihtimaline kapı açtığımız seviyede, mutlu olabiliriz. Hayatın, her şey kendi aksi ölçüsünde var olabilir kuralından Stoa felsefesi de kaçamaz.

Stoacılığın karşısında duran en büyük argüman yukarıdaki araştırma da değil, Harvard’ın yaptığı tarihin en uzun araştırmasıdır. (Bu konuya dair kitabı da kaynaklara ekledim.)

İyi bir hayat, yakın ilişkilerdeki bağların gücüne bağlıdır. Bu bağın gücü de, zayıf düşme riskini ne kadar alabildiğinizle doğru orantılıdır.

Boşluğa düşmemizi engelleyen anlamları yaratan biziz. Hiç bitmeyecek gibi sevmeli, dünyanın en önemli işiymiş gibi çalışmalıyız, öyle olmasa bile.

Siz gayet anlamlı bir hayat yaşadığınızı düşünürken, birileri niye bu kadar önemsiyorsun, bu hayat geçici dese bile, sen bu hayat denen şeyi hiç anlamamışsın, bu konu benim için önemli diyin ve o sandıkları terk etmeyin -_-

Aslında o kişinin sizi umursadığı da yok. Söylemeye çalıştığı; “Eğer ben yanılıyorsam ve sen haklıysan, yanlış yapan benimdir ve bunu asla istemem. Lütfen kendimi sorguya açmama sebep olma.” oluyor.

En azından bilim arkanızda. Kusuru büyük bir felsefe akımını hayatınızın merkezine almak yerine, uzun vadede bilime sırtınızı yaslamak daha akıllıca bir tercihtir.

Ayrıca, haklılığınıza güvenmek için yapmanız gereken, savunmadığınız değerleri, savunanlardan daha iyi bilecek kadar okuyup, ardından onları yıkabilecek seviyeye gelmekten geçer.

Yani, yine de Stoa felsefesini okumalı ve kusurlarını görmelisiniz ki, tutunduğunuz başka bir dalın temeli daha sağlam olsun.

Burada garip bulduğum bir şey daha var.

Ben bu sözleri söylemeseydim bile, içten içe, acıyı hissedebilme kabiliyetini azaltanların, sevebilme kabiliyetini de, hayatlarındaki anlamı da azalttıklarının farkında olmaları.

İnsan herkese yalan söylese bile, kendine yalan söyleyemez.

“En büyük kavgalar zihinlerde yapılır.” – Casey Treat

İşler kötü gittiğinde sorun olarak gördüğümüz şeylerin, işler iyi gittiğinde hayatımıza anlam katan şeylerle aynı olduğunu fark etmeniz dileğiyle diyerek yazıyı bitiriyorum.

“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak, yani ağır bastığında.” – Nazım Hikmet

Dipnot; Odadaki fili, daha odadaki fil ortaya çıkmadan kaldırmak lazım.

Stoa felsefesini seven biri olarak siz öyle olmadığınızı iddia edebilirsiniz. Bilim ise böyle çalışmaz.

Sen öyle değilsin ama senden 100 taneyi yan yana getirdiğimizde bir örüntü ortaya çıkıyor ve bu örüntülerin istisnaları vardır. Araştırmaları da bu gözle okumalısınız.

Pardon. “Araştırmaları da” kısmını silebiliriz. Her şeyi bu gözle okumalısınız.

(Bu yazı ilk kez 12 Kasım 2023 tarihinde X platformunda yayınlanmıştır.)

Kaynaklar;

Stoa felsefesi iyi bir hayat yaşamak için iyi bir yol olmayabilir araştırması: https://osf.io/preprints/psyarxiv/6rtny

Marcus Aurelius’un sözü, Kendime Düşünceler kitabından sf.26: https://www.kitapyurdu.com/kitap/kendime-dusunceler-karton-kapak/457059.html

Alain De Botton’ın sözü, Aşk Üzerine kitabından sf.195: https://www.kitapyurdu.com/kitap/ask-uzerine/633646.html

Tarihin en uzun araştırmasının en detaylı hali için kitap: https://www.goodreads.com/book/show/61272271-the-good-life

Stoa Felsefesine gelen eleştirilere şaşıranlar: 1, 2

(İnsan, salça olacağı insanı Fizan’da da olsa bulur ama en azından evin kapısını kitlemek gibi, işleri biraz daha zorlaşsın diye görsellerdeki isimleri gizledim.)