Bilim merakla başlar. Merakımızı uyandıran problemler üzerine düşünür, çözüm yolları ararız. Eleştirel bir yaklaşım ile çözüm yollarımızı sınar, çürütmeye çalışırız. Bu her zaman böyle değildi elbette, dogmatik bilgi uzun süre insanlık tarihine hakim oldu. Eleştirel yaklaşımın tohumlarının ilk atıldığı dönemler uzak sayılabilecek Thales’in İyonya Okulu’nun var olduğu dönemlerdi. Bu okulda öğrenciler ilk kez öğretmenlerini eleştirme şansı bulabiliyor, sorgulayabiliyor ve onlardan daha iyisini yapma şansına sahip oluyorlardı.(1) Eleştirel yaklaşım belki burada doğmuş olabilir ama serpilmesi için daha çok uzun zamana gereksinim vardı, bu yüzden M.Ö 500’lü yıllardan 1650’li yıllara geldiğimizde bile bilimsel ilerlemeye katkı sağlayan Galileo’nun dünyanın evrenin merkezi olmadığına güneş, ay ve yıldızların onun etrafında dönmediğine insanları ikna etmesi zaman aldı çünkü dogmatik bilgi dünyaya hakimdi ve bu çok temel bir insan ihtiyacını karşılıyordu.

İnsan topluluklarında güvene gereksinim vardır, bu da bilimsel ilerleme için gerekli olan eleştirel düşünce ile bir tezatlık yaratır. Bilim dogmatik bilginin bittiği yerde başlar ancak dogmalar da aynı zamanda insana kendini güvende hissettirir. Dogmalar gerçekte neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz gerçeğini bastırırlar, bir şeylerin kontrolümüzde olduğu hissini verirler. Dogmaları birbirimizin düşüncelerini doğrulayarak teyit ederiz. Bu sayede güvende hissetme ihtiyacımız karşılanır ama bu, toplumun bekası için bile tehlikeli bir takasdır. Robert Edgerton’un ‘Hasta Toplumlar’ kitabında belirttiği gibi buzul çağındaki avcılar yetersiz kaynaklar sebebiyle yok olmakla karşı karşıya kalmamış, büyük hayvanları uçuruma sürükleyip ölmelerine sebep oldukları için hayatları tehlikeye girmiştir(2), kimse bu davranışa eleştirel bir yaklaşım getirmemiştir. Toplumun hiçbir üyesinin eleştirel bir yaklaşımda bulunmaması, toplumun varlığını tehlikeye atmıştır. Bunun gibi örnekler sayısız olmakla birlikte, bir adet daha yakın bir tarihten örnek vermenin yararlı olacağını düşünüyorum. 1847 yılında Viyana hastanesinde Fizikçi Ignaz Semmelweis doktorların hastalarla etkileşime girmeden önce ellerini güçlü kimyasallarla yıkama önerisinin üstüne hastanedeki gebeliğe bağlı ölüm oranları %18’lerden %2’lere düşmüştür. Bu hikayenin acıklı tarafı ise hastane yönetiminin Ignaz Semmelweis’i kovarak ölüm oranlarının yeniden %18’e fırlamasına sebep olmasıdır.(3) Anlaşılacağı üzere eleştirel düşüncenin eksikliği bilimsel ilerlemeyi yavaşlatmakla kalmıyor aynı zamanda hayatımızı tehlikeye atan vahim sonuçlara da sebep olabiliyor. Yine bu örnekte ölümler teknik bir yetersizlikten değil, mevcut duruma eleştirel bir yaklaşım getirilmemesinden, eski ama doğru olmayan bir bilgiye bağlı kalınmasından dolayı gerçekleşmiştir.

Eleştirel düşüncenin bilimsel ilerleme için ne kadar önemli olduğunu bizlere hatırlatan isimlerden biri de mantık ve bilim felsefesinde uzman olan Karl Popper‘dır. ‘Bilimsel Araştırmanın Mantığı’ kitabında bahsettiği üzere Popper’a göre bilimsel bir kuram eleştirilere, çürütülmelere ve sınanmalara ne kadar dayanırsa o kadar önceki kuramlardan iyi demektir. Bilimin doğrulanarak değil, yanlışlanarak ilerleyebileceğini belirtir.(4) Bunun için toplumlarda eleştirel düşünceye gereksinim vardır, eleştirel düşünce de toplumsal niteliğin bir sonucudur. Bir kuramın yanlışlanabilirliğinin onun bilimselliğini belirlediğini söyleyen Popper’ın bu anlayışına kadar bilim, gözlem ve deneyle bulunan olguların, tekrarlanarak doğrulanması ile ilerliyordu. Bilimde kesin bilginin olamayacağını, elde ettiğimiz bilginin sadece bir tahmin bilgisi olabileceğini, ulaşabileceğimiz bilginin sadece yanlışlanabilir bilgi, henüz yanlışlanmamış bilgiler olduğunu söyleyerek eleştirel düşüncenin bilim için ne kadar hayati bir noktada yer aldığının altını çizmiştir.

Karl Popper’ın bir diğer önemini vurguladığı nokta bilim insanının en önemli özelliklerinden birinin alçakgönüllülük olması gerektiğidir.

Çünkü, doğru kararları verebilmek için bilmemiz gerekenlerle karşılaştırıldığında, bildiklerimiz hiçbir şeydir.

Alçakgönüllülük olmazsa eleştirinin de olamayacağını, kendi ürettiği savı çürütmek için uğraşmak yerine bilim insanının onu doğrulamak için uğraşacağını söyler. Eleştirel düşüncenin olmadığı toplumlarda alçakgönüllülükten söz etmek pek mümkün değildir. Vardığı kanının hatalı olabileceği olasılığını liste dışı bırakmış bir kişi aynı zamanda bilimsel tarafsızlığı da yitirmiş olur. Bu yüzden bu tür toplumlarda bilimsel nesnellikten söz edilemez.

Bilimsel nesnelliğin olabilmesi için insanın yarattığı savdan kendini soyutlaması gerekir, eleştirel düşüncenin olmadığı toplumlardaki sorunlardan bir başkası da budur. Bu tarz toplumlarda düşünceler kimliğin bir parçası olduklarında, eleştiriye de açık olmazlar. Bilimsel ilerleme için böyle bir lüks yoktur. Bilim insanı savlarını kendisinin dışında tutmalıdır. Bu şekilde kendi savını eleştiriye açık bir şekilde inceleyebilir, yanlışlayabilir ve ancak bu şekilde savını yanlışlayıp ortaya daha iyi bir sav ile çıkması mümkün olabilir. Kendi savını yanlışlayabilen bir bilim insanı, üzerinde uğraştığı problemi daha iyi kavrar, savının neden yanlış olduğunu öğrenerek konu hakkındaki bilgi dağarcığını genişletmiş olur ve bu sayede bilimsel ilerlemeyi mümkün kılacak yeni bir başlangıç noktası sağlanmış olur.

Eleştirel düşünceden yoksun toplumlarda bilimsel ilerlemeyi engelleyecek bir başka önemli nokta daha vardır. Bu tarz toplumlarda yaşayan bireyler karşılarına çıkan bilgileri sorgulamazlarsa, eleştirel bakmak yerine önlerine çıkan bilgilerin doğru olduğu varsayımına göre hareket ederlerse manipüle edilebilirler, aldatılabilirler. Ortaya koyacakları kuramlarda, başlangıç noktaları sınanmadığından, çürütülmeye çalışılmadığından ortaya çıkacak sonucun da bilimsel ilerlemeye katkı sağlaması olasılık dışıdır çünkü en başta dediğimiz gibi, bilim merakla başlar. Dogmatik bilginin bittiği eleştirinin başladığı noktada da devam eder. Sorunun ne olduğu, neden olduğu ve sorun için ortaya konan çözüm de dahil her şey sorgulanmalıdır ancak bu şekilde bilimsel ilerleme mümkün olabilir. Önceden geliştirilmiş kuramların ötesine ancak bu şekilde geçebiliriz. Bu yazıda anlatmaya çalıştığım gibi eleştirel düşünce, bilimin temel taşlarından biridir. Bu sebeple diyebiliriz ki, eleştirel düşüncenin olmadığı toplumlarda bilimsel ilerleme mümkün değildir.

Yazıyı bilimsel ilerleme için nasıl bir toplumsal yapının olması gerektiğini bundan daha iyi özetleyen bir cümle olmadığını düşündüğümden Karl Popper’ın sarf ettiği bir söz ile bitiriyorum.

Çürütülmeyi ve çürütmeyi kabul etmeyen, bu bilim oyununda yer alamaz.

Yeni içeriklerden haberdar olmak için beni Twitter‘da takip edebilirsiniz.

Kaynaklar:

(1) Karl Raimund Popper, Hayat Problem Çözmektir, 7.Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, s. 134.

(2) Robert Edgerton, Hasta Toplumlar, 6.Baskı, Buzdağı Yayınevi, Ankara, 2017, s. 141.

(3) Robert Edgerton, Hasta Toplumlar, 6.Baskı, Buzdağı Yayınevi, Ankara, 2017, s. 149.

(4) Karl Raimund Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, 8.Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018

(5) Jack Albert, İcat Çıkarma!, 1.Baskı, Eksik Parça Yayınları, İstanbul, 2016